27 Mart 2020

Şiirin Geceleri, Sayıklamalar

Her gece yatmadan evvel bir şiir davet ederim yatağıma. Şiir gelir öylece, usulca başını kor yastığıma ve benden evvel tatlı düşler kurmaya başlar. Aslında gördüklerim aldatıcı düşlerdi. Usulca yastığa baş koymaya davet eder beni. Sımsıkı sarar az sonra. Nefes aralıklarım hızlanır. Şiirin hastalığı nükseder, öksürür, hapşırır şiir. Alırım onu içlerimdeki revirlere tedaviye koyulurum. Şiire bulaşmış olurum o andan itibaren. Şiir bütün tarihiyle, anılarıyla, yalnızlıkları ve hatta intiharlarıyla beni kıskıvrak yakalamıştır bir kere. Kurtulmak ne mümkün! Af diletir yüksünmeden. Af dilersiniz dudaklarınız titreyerek, istenilen düşleri yaşamaya mecbur kılınırsınız. Kurallar, savaş meydanı iradeniz dışında hazır edilmiştir o andan itibaren. Şiire koşulmuşsunuzdur. Dörtnala bilinmeyen bir hedefe doğru koşturulmaktasınız. Koordinatları şiirin keyfince çizilen bir dünyayı istemeseniz de adımlamaktasınız. Şiir, her kapıyı, zorluğu açmaya başlıyor. Şiirle bakıyor, soluyorsunuz. Yapay bir solunum vazifesine maruz kaldığınızı düşünüyorsunuz. Sayıklamalar, iniltili hazlar yerini endişeli bekleyişlere terk ediyor çok geçmeden. Ayağa kalkıp yürüyorsunuz mahmur gözlerle. Şiir bir fener olup tüm parlaklığıyla önünüzü aydınlatıyor, tökezlemeden edemiyorsunuz. Şiirim yarım kaldı ya da ben yarım kalmıştım şiirim beni tamamlamaya koştu diyorsunuz.

Rüya denizinde kavramların, hayallerin ağırlığı değişiveriyor kendince. Gerçek dünyaya özlem duyuyorsunuz. Dünyaları karıştırıyorsunuz. "Hangisi gerçekti acaba?" deyip yalınayak koşunca içinizi sızlatan acıların hücumuna uğruyorsunuz. Şiirle başlayan maceranız bilinmeyen mecralarda, soluksuz kesilişlere götürmüştü hepimizi. Yaşayıp yaşamadığını iyice anlamak için derince bir nefes çekiyorsun. İlk nefeste tıkandığını, bir şeylerin rayında gitmediğini ayrımsıyorsun. "Olamaz!" diyorsun ben nefesleri yarım bırakılmış biri olamam diyorsun. Utançla karışık bir tedbir ihtiyacı duyuyorsun. "Tedbir, tedbir…" Şiirin en sevmediği kelime… Şiir bütün ihtimallere açık kapısını kapatmıyor bir türlü. "Şiir tedbire düşman" diye haykırarak işin içinden çıkmaya çalışsan da nafile! İnsani yanlarınla şiirsel yanların cebelleşiyor bir süre daha. Şiir koca bir yükseltiden kopan çığ gibi, dona dona, dolana dolana soğutarak, acıtarak büyüyor. Tehlikeli bir büyüme bu. Her büyüklüğün hikmetli olmadığını kanıksıyorsun. Şiir sana bir faziletini daha gösteriyor. Büyüyen çığ gibi kelimeler hızını yitirince düz bir ovada sere serpe parçalanarak dağılıyorsun. İçlerinde yuvarlanırken biriktirdiklerini hesapsızca, dayanaksızca, sorumsuzca, yarınları hesaplamadan bağışlıyorsun ummadığın yerlerde. "Şiir, şiir!.." Hesaplayamadığın derinliklerden beynini zonklatan ağırlıkların taarruzuna uğruyorsun. "Hiçbir savunma hattım veya sığınağım yok!" diyerek içler acısı haline yazıklanıyor, dile dönüp kelimeleri ayıklayarak her an kullanılmaya hazır hale getiriyorsun.

Şiir yakanı bırakmamakta ısrar ediyor. Nereye gitsen, ne söylesen bilinmeyen zamanlarda, mekânlarda ezber ettiğin bir mısra her cümlenin başına, sonuna gelip yapışıyor. Başı, sonu kapatılan bir sokak gibi çaresiz kalıyorsun. Şiirsiz yaşanamayacağını, şiire boyun eğmeden hiçbir kelimenin bile soluk alamadığını idrak ediyorsun. Teslim olmak mı yoksa inadına direnmek mi? Tüylerin diken diken oluyor. Direnmek bedel ödemek demek! Şiir seni direnişe davet ediyor. İnsani hasletlerin ile şiirin hiçbir kural tanımayan muzurluğu arasında salınıp duruyorsun. Şiire küsmek, ondan ayrı düşmek de istemiyorsun. Adeta mayınlı bir arazidesin. Her adımında infilak edecek, bir şeyler kopacak endişesi taşıyorsun. Olsun! "Zaten bu yaşa dek hep bir yanlarımı kopararak gelmedim mi?" diyor, ellerini vücudunda gezdiriyorsun. "Nasıl tam bir vücuda sahip olabilirim?" diyorsun. Çok geçmeden marifetin, kopan yanlarının ruhundan eksildiğini ayrımsıyor, başkalarının görmediği kuytuluklarında eksik bırakıldığını itiraf ediyorsun. Bir sigara yakar gibi hemen bir şiir tüttürüyorsun. Yangına su yerine benzin sıktığını düşündürüyor alevler. Sağlam olmasıyla övündüğün belki de avunduğun yanların az buçuk yanarak kopuyor. Anlatılmaz bir acı, asırlardır yıkılmayı bekleyen ahşap bir bina gibi kimi bir yanlarını çatır çatır yakıyor. Mazinin kaşla göz arasında yanıp, kül olmasına içten içe üzülüyorsun. "Şiir de bir mazi, bir meşale gibi her an yanan!" diyerek rahatlıyorsun. Şiirin de aslında yanan, eskiyen kelimelerin toplamı olduğunu kabul ediyorsun. "Bir şeyin kıymeti ortadan kalktıktan sonra veya zamana yıllanmış bir şarap gibi meydan okudukça ortaya çıkarmış." cümlesi her şeyi ayan beyan, utanıp sıkılmadan gözlere sokuyor. Şiir de aslında yıllanmış bir şarap değil miydi? Şiir şarabının kapağını ara sıra açıp yeni kelimelerle tanıştırıp sonra kapıyoruz. Şişe o aralıkta yeni hayatı soluklanıyor, iyilik bütün hücrelerine yayılıyor.

Asırlardır gülmek için aralanmadığını hatırladığın dişlerin bir meydan muharebesine çıkmışçasına parıldıyor. Şiir iyiliğe daha yakın duruyor. Şiiri alıp hayatın kuytuluklarında görünmez kılan kötülüklere veryansın ediyorsun. İçinizdeki iyilikler epey şiirsel duruyor. İyilik, şiir… Kötülük, düz yazı, yavanlık… Hayatı saflara ayırıp tanımak işine geliyor. Kötülükten yana saf tutman vicdanını rahatsız etmiyor, "İnsana kötülükler de yaraşır!" demeden edemiyorsun. Ruhunda asırlardır gömdüğün kötülükler iyi niyetli tavırlarından cesaret alarak üstlerindeki ölü toprağı silkeliyorlar. Asırların biriken sancıları toprağı delercesine gün yüzüyle tanışıyor. Ölenle toprak bile ölürmüş. Ölüyü örten toprağın kara bahtı bu yeni silkinişle açılıyor. Toprakların bile kaderi insana göreymiş anlıyorsun. Uçsuz bucaksız ovalarda türlü taamları yeşerten toprakların bahtının açık olduğunu kabul etmekle beraber her bir şeyin kuruyabileceğini, buna gözyaşlarını dâhil ederek kabul ediyorsun.

Şiirle kurulduğun yolculuğuna müsaade almadan eklenmek isteyen duyguları alt etmek elzem bir hal alıyor. "İş başa düştü!" deyip kelimelerin tırpanını bir Azrail misali eline geçirip bana mısın demeden sağa, sola savuruyorsun. O karmaşada kurunun yanında yaşların da yanmakta olduğunu, gözü kara davrandığını görüyorsun. Ömrün boyunca sana merhamet dilenmediğini anımsayıp, hızını kesmeden kıyıma devam ediyorsun. Şiir küsüp kenara çekilmek zorunda kalıyor. Şiiri kaybetmeyi bile göze alarak oyununa devam ediyorsun. Şiirle asırlardır yaşandığını düşündüğün muharebenden kazançlı çıktın bir bakıma. Şiir can yeleği vazifesini bir kenara koyup, tarihinde ilk olacak gelecek kaygısı duyuyor. Küsen şiir, insana yabancılaşan şiir soluğu kesilen, hayatlar demek. İnsanla varlığının anlamını keşfeden şiir kaybetmenin tınısına bile dayanamadan intihara meylediyor. "İntihar" şiirin en çok aşina olduğu kelime… Başkalarına bulaştırılan bir virüs belki de. Bir bumerang gibi dönüp dolaşıp şiiri vuruyor en hassas yanından. Şiir, miladını insana dayandırmadığı tarihine yenik düşüp kan kaybediyor. Bu kanamada insan nasıl bir tavır takınacak acaba? Kanayan yanlara yara bandı mı sürecek, yoksa bir vampir gibi emecek mi acıları? İnsan kendine biçilmeyen donları istemsizce üzerine geçirip ne yapacak?

İçindeki iyiliğe ve kötülüğe meyilli terazinin kefeleri iki kanada açılarak tınlıyor. Şiire dair hissizliği, şiirin intihara meyilli yaralarını örtmek istemiyorsun. "Nereden inceyse oradan kopsun!" diyorsun. Şiir, kanayan yaralarıyla bir kez daha gömülüyor. Şiir, sade kendini değil, hatıralarını da yüklenerek batmaya doğru yol alıyor. Şiir battıkça insanın da batmakta olduğunu görüyorsun. İnsan battıkça şiirin de eridiğini fark ediyorsun. Arada anısı olan şiirler çırpınırcasına su yüzeyine çıkıyor. Onlar çıkmak için çırpındıkça sen biraz daha batıyorsun. Şiirin kulaçları suyun yüzeyinde med-cezirler peyda ediyor. “Şiirim, şiirim vuruldu!” diyorsun. Saatlerdir kapalı olan, alıcılarını yitiren vicdanın bir volkanmışçasına gümbürdeyip, uykusundan uyanarak semalarında kara bulutlar yaratıyor. Anlamını yitiren bir karanlık hepsi bu… Karanlık da şiir gibi, senin gibi anlamını yitiriyor. Karanlığın bin bir tonunu ayrımsıyorsun. “Karanlık, sadece karanlıktan ibaret değilmiş” meğerse. Şiir de insan da şiirden, insandan müstesnaymış. Kimliğinle baş başa kalmak ürkütüyor. Şiire de kendine de kıyarak temiz bir sayfa açacağın fikri, acılı ölümleri sonlandıracağı için anlamlı geliyor. Şiirin boğazına sarılarak nefessiz kalıyorsun. Evren gittikçe kararıyor, sen morarıyorsun. Şiirin kalbini sıktığını düşünen sen, nefessiz kalıp bitap düşüyorsun. Şiiri sıktıkça hırıltıların artıyor, ağzından burnundan kan gelmeye başlıyor. Akan kırmızılığa kayıyor gözlerin. "Asırlardır bedenimde son sürat dolandırdığım lanetli sıvı!" diyorsun. Kendi kanında boğulmak üzeresin. Şiir kanadıkça hırıltıların sesi yükseliyor, bütün günahlarını döküyorsun. Şiir her zamanki masumiyetiyle bön bön bakıp “Bana bunu da mı yapacaktın?” diye soruyor. “Evet, içimdeki şiiri öldürdüm, kendimi öldürdüm, temize çıkardım” diyorsun. Yüzünün arklarını doluşturan kırmızılıklar, şiirle örülü kelimeleri, ruhları silip süpürüyor.
        
Atilla Can
Yorumlayın Paylaşın :)

Paylaşan: verified_user

2 yorum: