
İrili ufaklı yüzlerce nedene bağlı olarak dünyadaki birkaç on milyon asalak tiran, egemenliklerini binlerce çeşit çığlığı sahipleriyle birlikte sahnelemekte ve bu oyundan epey zevk almaktadır. Yaklaşık altı milyar insanın yarısı olan biz erkeklerin çok büyük çoğunluğu “gönnüllü figüranlar” olarak ön sıralarda bunu izliyoruz. Geriye kalan üç milyarlık kesim olan kadınlar ise daha arka sıralarda bulunduğu ve sahnenin de “karanlık” olması nedeniyle iyi izleyemese de, iyi alkış tuttuklarını her gün görüyoruz, duyuyoruz. Günümüzde, dünyanın neresinde olursa olsun “Kadın erkek bizde eşittir; dinimize, yasalarımıza, törelerimize, vb. bakın! ” diye söyleyenler içi boş, temelsiz kuru propaganda yapmaktadır. Çünkü şu an dünyanın her tarafı emperyalist / kapitalist faşist cendere altında ezildiğinden eşitlikten filan söz edemeyiz, bu “eşitlik” söylemleri laftadır.
İlk sınıflı toplum olan Köleci Toplum’a geçiş ile başlayan kadın sorunu, günümüzde de farklı bir boyutta ve fakat tüm şiddetiyle devam etmektedir. Köleci Toplumu doğuran, “İlkel Komünizm” de denilen kadınların egemenliğindeki İlkel Komünal Toplum’du... Kadınlar, (bir anlamıyla) egemenliklerine sahip çık(a)mayınca, biz erkekler bunu elimize geçirdik ve akıl almaz dengesizlikleri, adaletsizlikleri yarattık! Kimi zaman kadınların %99’unun aptal, erkeklerin ise %98’inin dengesiz bir yapısı olduğu (doğru olmayan) düşüncesiyle buluştum.
İnsanlık kurtuluş peşinde... Hastalıklardan kurtulmak istiyor, aileden kurtulmak istiyor, çalışmaktan kurtulmak istiyor, silahlı yapılanmalardan ve ataklarından kurtulmak istiyor, devletten kurtulmak istiyor, törelerden kurtulmak istiyor, zamdan kurtulmak istiyor, sınırlardan kurtulmak istiyor... Bir süre sonra bunlardan kurtulacaklar ama insanlığın kurtulamayacağı tek şey olan “kurtulma felsefesi”nden var olduğu sürece kurtulamayacaktır. Bu yüzden de en büyük felsefe “Kurtuluş Felsefesi”dir!
Şu ana kadar tespit edilen yirmi binin üzerindeki tüm dinler ve sektler, onlarca çeşit felsefe akımları, yüzlerce siyaset çeşidi falan hep insanlığın kurtuluşu üstüne olmuştur. Her düşünce ve inanış biçimi, kendine uygun bir kurtuluşu programlayarak en iyi kurtuluşçunun kendisi olduğu iddiasıyla insanlığın hizmetine sunmuş ve dahası sunacaktır da.
Temiz kalpli ve gösteriş budalası centilmenler olarak biz erkekler kadınları kurtarmaya çalışınca kurtuluşun ne olduğunu bilmediği ve pek de meraklısı olmadığı için “Beni neyden, nasıl kurtarıyorsun? ” diye sormayı akıl edemeyen aptal kadın bize inanıyor. Kirpi dikeni teleklerinden oluşan kanatlarımızın altına sığınıyorlar hemen. Bize inanan kadın buldukça kanatlarımızı kabartırız ve sormaya yeltenen bir-kaç kadını da “Seni cinsel meta olmaktan kurtaracağız! ” diyerek bir yığın ipe sapa gelmez cilalı sözlerden sonra ilk fırsatta önce altımıza biz çekeriz ve sonrasında pis pis sırıtarak sorarız:
-Seni cinsel meta olmaktan nasıl kurtardım ama?!
-Çok iyi kurtardın!
1791 yılında meclisin yayınladığı “Yurttaş Hakları Bildirgesi”ne karşılık olarak “Kadın Hakları Bildirgesi”ni yayınlayan Fransız kadın hareketi öncüsü feminist Olympe de Gouges, bildirisinde “Kadın, ayağa kalk; aklın ölüm çanı evrenin dört bir yanından duyuluyor; haklarını keşfet. Doğanın güçlü imparatorluğu artık önyargılarla, fanatizmle, hurafelerle ve yalanlarla kuşatılmış değil. Gerçeğin alevi, bütün budalalık ve gasp bulutlarını dağıttı. Köleleşmiş erkek gücünü arttırdı ve kendi zincirlerini kırmak için seninkinden medet umuyor. Özgürleşen erkek, eşine karşı insafsızlaşmıştır. Ah, siz kadınlar! Gözünüzü ne zaman açacaksınız?” dedi. Yani istediği, şu an bizi hayrete düşürecek şeydi: Kadınlara seçme ve seçilme hakkıyla genel insani haklara ilişkin birkaç reform.. Evet; Olympe’in istemi abartısız, tamı tamına buydu ve karşısındaki devlet ise Gouge’u giyotine göndermekte hiç de isteksiz davranmadı. 1793 yılında kafası kesilirken onu izleyenler arasında azım-sanmayacak sayıda kadın vardı.
“Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin.” anlayışının çocuklarıyız. Bu anlayışlar karşısında kadınlar, aslında içlerinde birer Amazon kini taşırlar ama bu kin ilkel kindir, “güdü” düzeyindedir, bilimsellikten yoksundur, bilinçli bir kin değildir. En fazla kendi kendine sinirlenir ve söylenir içten içe, başka bir şey yapamaz.
Biz erkekler (birkaç basit örnekle) genel olarak ne yapıyoruz?
Kadını şiirde çiçeklerle böceklerle süslüyoruz süs eşyası gibi; romanda, öyküde elimizde şehvet pusulasıyla kadının isterik çığlıklarını arıyoruz edebiyat adına. Âşık olurken fiziki olarak güzelliğine vuruluyoruz sevda adına. Resimde çırılçıplak soyup memelerini ve vajinasını tuvalin orta yerine en ince detaylarıyla çiziyoruz ipe sapa gelmez “nü” denen soytarıca sanat adına. Reklamlarda, örneğin buzdolabının derin donduruculuğunu kadının ateşli iniltileriyle “ısıtarak” sunuyoruz namuslu ticaret adına. “O şimdi askeerr / canı neleerr isteerr? ”leri söylüyoruz toplumca müzik adına.
Tarih, kadınların da insan olduğunu iddia eden ve bunu hakkıyla yerine getiren erkek ölüler cephesini zorlamaya tanık olmadı daha ama kitlesel fahişe ve büyücü katliamlarına tanık oldu fahişeliği kurumsallaştıran erkekler tarafından. Oysa kadının örgütlenme, öfkesini haykırma ve haksızlıkların üstüne yalın kılıç saldırma hakkı var.
Kadınlara ait etkinliklerde bile, örneğin; dünya emekçi kadınların birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 8 Mart’ta bile etkinliğe katılanların çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır.
Eğer biz erkekler kendimizi kadınları robot gibi yönetmekten ve kullanmaktan kurtarırsak, kadınlar da bizim bu davranışımızı desteklerse ve birbirimize hangi anlamıyla olursa olsun meta olarak değil de insan olarak yaklaşmayı başarabilirsek, işte o zaman insanlık kurtulmuş olur ve adına “dünya” denen vahşi dev sahnede insanlaşmış oyunlar izlenir.
Ve bu anlayışla kadının kurtuluşunun insanlığın kurtuluşuna eşit olduğunu savunurken, acaba (sizce) yanılıyor muyum?
Onur Çağlar
0 Post a Comment: