06 Nisan 2020

Sonsuz Maviliklerde

"Biliyor musun Süpürgeli, ben bin yıl önce yaşasaydım, gezgin olurdum."
"Ne değişti? Bu çağda neden olmuyorsun?"
"Şarabım bitti ve atımı elimden aldılar."

Hatırlıyorum...

Evet, hatırlıyorum. Şu anki beni "ben" yapan, o ufak çocuğu hatırlıyorum. Tıpkı siz büyükler gibi, büyüsüne aldanıp gerçek olduğuna inandığım fakat, tek gerçeği "Yalanlar Diyarı" olan bir gezegenin adını "Dünya" olarak fısıldayan bir yeryüzünden, küçümsediğim, incittiğim ve de korkularımla bileklerine zincir vurduğum, ilk dostum, sırdaşım, yol göstericim... Var olduğum ilk andan itibaren konuk olacağım ve başka diyarlarda da benim "ben" olmamı sağlayacak olan, o ufak çocuk!
Seni hatırlıyorum...

Biliyorum...

Ben o ufaklıktan ne kadar uzaklaşırsam, yalanlar arasında kaybolacağımı da biliyorum. Ve tekrardan buluşmak için, benimle paylaştığı benliğini kullanmak zorunda kalacağımı...

Üzgünüm Ufaklık… Sana ihanet ettim. Gözlerim boyandıkça göremedim; göremedikçe de inanmaya zorlandım. Yavaş yavaş, ben de sıradanlaştım. Şu an, sesim daha az geliyor. Anımsayamıyorum belki de eskisi kadar seni... Ama ilk günkü gibi yine başardın. Fark ettirdin bana kendini. Yani "kendim"i.

İhanetimi, özgürlüğüne kavuşturarak telafi edeceğim. Bu, benim kendime olan serüvenimdir. Neyle karşılaşacağımı bilmeden, merakım, hislerim ve vicdanımla...

İlk adım...

Uzun soluklu bir aradan sonra, hayatımın belirli evrelerindeki yüzleşme dönemleri...
Ben, her ne kadar uzaklaşmayı denesem de bir türlü beceremediğim, hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bana öğretmek istermişçesine, baktığım ama göremediğim detaylar. Ve de yalanlar diyarına, adeta göz kırparcasına serpiştirilmiş detaylar arasında tek gerçeğim, hayallerim...

Ya başkalarından duysaydım, anlatsalardı sadece? Yine inanır mıydım? Sırf, birileri anlattı diye inanmak! Öyleyse, neden anlatıyorum bunları size? Evet, sen de fark ettin değil mi Süpürgeli? Anlatmıyorum aslında. Sadece sıram geldi ve de şimdi ben göz kırpıyorum.

Hissetmek...

Bu koskocaman, “yaşam” adını verdiğimiz denizde, kaptanı olabildiğimiz tek şey, “bedenimizin dümeni” aslında. Bu nedenledir ki her gemi, karşılaşacağı en karanlık fırtınadan, görebileceği en mavi ufuklara kadar, hisleriyle doldurur seyir defterini…

Seyir defterini dolduran, özgür ve bir o kadar da özgün kaptanımız (ruhumuz), dur durak bilmeden yeni seferlere açar yelkenini. Amacı budur zaten kaptanın. Hükmetmektir denizlere ve adı “yaşam” olan sonsuz maviliklere...

Karşılaşacağı en ufak rüzgârın, ona ne sağlayacağının farkındadır. Ama şaşarsa amacından, kendini bırakırsa rüzgârın savurduğu yöne, kaptan olmanın ne anlamı kalır ki?

Gerçek amacı denizlere hükmetmekse eğer, öncelikle kendi gemisinin hakimiyetini sağlamalıdır. Dümeni bırakıp, akıntının onu sürüklemesine izin verirse rotasına nasıl ulaşır? Yelkenin yırtılmasına karşılık, fırtınaya sayıp sövse eline ne geçer? Seferine devam etmek için dümeni tutmazsa, bu fırtınadan nasıl çıkabilir? Serüveni tamamlayabilmesi için, amacının ne olduğunu hatırlamalı, ne istediğini bilmeli ve kendini bulmalıdır. Aksi takdirde, kendi elleriyle yazdığı seyir defteri, sonsuz derinliklerde karanlıklara karışır.

İşte bu nedenle ufaklık! İşte tam da bu nedenle seni hatırlıyorum, biliyorum ve de bulmaya çalışıyorum. Henüz varlığından bihaber olduğum yeni limanlara varabilmek için, tayfası olmayan tek mürettebatı, kaptanın kendisi olan bir gemiyle başladığım bu serüvende, yalnız da sayılmam şimdi… Tesadüf demiştim ya başlarken, işte onu da ilk adımlarımdan sonra, tam da burada anladım. Mesela, birçok gemi gördüm ufukta ve yüzlerce kaptanla selamlaştım. Kimileriyle bir daha karşılaştım, kimilerini de bir daha göremeyecekmişçesine vedalaştım.

Devam etmek için, yanımdan geçip giderlerken kendi serüvenlerine yoldaş da oldum bazen. İlerlerken, kendi yoluma dönüp ardıma baktığımda, benim de yoldaşlarım vardı peşimde; bazen ise yalnızca tuzlu ıslaklık...

Ardından biraz daha zaman geçti ve gördüm ki, bu denizde oluşan her dalganın ufak bir damlası güverteme çarpıp orayı yeşertmiş. Bazen benim oluşturduğum köpükler, bazen de yol arkadaşlarımın sıçrattıkları ve çoğu zaman nereden geldiğini bilmediğim utangaç, ama peşimi bırakmayan sessiz dalgalar... İleride daha da yeşerecek zaten. Ama ben, yine durup kendime baktığımda fark edeceğim. Hep de böyle olur zaten. Oluşurken, farkına varamadan zaman geçer. Aniden bakarsın kendine, en sert dalga da o zaman çarpar. Çünkü o yeşilliklerde, seyir defterinden fazlası vardır. Göremediklerinde iz bırakmıştır sende...

Merak etme Ufaklık… Serüvenim tamamlanınca, seyir defterimi birlikte okuyacağız. Ve ben sana sormadan, sen zaten anlatmaya başlayacaksın bana. Benim yazdıklarımı değil de, göremediklerim var ya hani! Yani, iz bırakanları! İşte o, iz bırakanları anlatacaksın bana. Anlattıklarını dinledikten sonra özgürlüğümüze kavuşmuş olacağız her ikimiz de...

Sonsuz maviliklerde...

Alperen Taşkın
Yorumlayın Paylaşın :)

Paylaşan: verified_user

0 Post a Comment: