Mustafa Bilgin ile arkadaşlığımız hayli eski; ‘80’li yıllara dayanıyor. İkimiz de Oğuz (Aral) abinin deyimiyle “Çiçeği Burnunda” karikatüristiz. Biz aslında yüzlerce kişiydik. Sanatsal kişiliğimiz oluştukça farklılıklarımız ortaya çıktı. Herkes kendi yoluna gitti. Ama bizim yolumuz, sanat anlayışımız hep aydıydı, yine de aynı. Bu, benim açımdan sevindirici bir özellik.
Kalemdaşım, değerli dostum Mustafa’yla biraz muhabbet ettik.
Raif Zor: Söyleşimize geçelim; Mustafa Bilgin kimdir?
Mustafa Bilgin:1962 doğumluyum. Babamın memuriyeti nedeniyle doğumum Bingöl ilimize denk gelmiş. Annem ev hanımı. (Babamdan bahsedince annemden bahsetmesem olmaz) Belki de içinden en çok karikatürcü çıkarmış ilçemiz Bafralıyım. Çizgi film sektöründen emekli olsam da karikatürle hep iç içe oldum. Evli ve hiç çocukluyum.
RZ: Karikatür sanatııyla tanışman nasıl oldu, karikatürist olmaya nasıl karar verdin?
MB: Çocukluğumda babam ara sıra da olsa eve Akbaba mizah dergisi getiren biriydi. O “kıh kıh kıh” gülerek okuduğu mizah öykülerine düşkünse de ben dergideki çizgileri severek incelerdim. Çocukluktan gençliğe adım attığım yıllarda Oğuz Aral ustamızın kaptanlığını yaptığı Gırgır dergisi, sürekli çizmek için heveslenmeme sebep oldu diyebilirim. O yıllarda Ankara’da yaşıyordum. Mektupla, “Çiçeği Burnunda Karikatürcüler” sayfasına karikatürler yolladım fakat yayınlatmayı başaramadım. 1980’den sonra İstanbul’a geldik. İlk karikatürümü, Raşit Yakalı ağabeyimizin yönettiği Çarşaf (dergisi) Karikatür Okulu’nda yayınlatabildim. Bu sürecin hemen devamında, benim için gurur verici bir şey yaşadım ki; Gırgır dergisinin arka sayfasında, kısmen ustalaşmış karikatürler yayınlanırdı. Gırgır’da yayınlanan tek çalışmam bu oldu.
RZ: Sanatta ustalıkla profesyonellik hep karıştırılır. Oysa ikisi farklı kavramlardır. Sen, özgün çizgi ve espri anlayışınla benim nezdimde, biz henüz gençken zaten ustaydın. Profesyonelliğe geçişin nasıl oldu?
MB: O yıllarda karikatür dünyasında kısaca, Yazılı karikatürler -Yazısız karikatürler, başlığında ayırabileceğimiz keskin bir ayrılık vardı. (Zamanla bunun CHP ile DSP arasındaki fark kadar olduğunu öğrensem de) Tercihim Yazısız Karikatür’den yana oldu. Grafik işler yaparak harçlığımı çıkarmaya çalışırken bir çizgi film stüdyosunda çizer olarak işe başladım. Bu sektörde emekli olana kadar çalıştım. Bütün bu yıllarda karikatür dünyasında da varlık göstermeye gayret ettim. Ulusal-Uluslararası karikatür yarışmalarından ödüller aldım. Rahmetli ağabeyimiz, usta karikatürcülerimizden İsmail Gülgeç bütün bu süreci bilen biriydi. Habertürk gazetesinin 2001’deki kuruluşunda karikatürcü grubun içinde beni de istedi. Bu gazetede 3 ay 3 kuruş bile kazanamasam da sonradan Cumhuriyet gazetesinde 10 yıl sürdürdüğüm ‘Hayat Epik Tiyatrosu’ isimli bant karikatürlerimin ilk alıştırmalarını yapma şansım oldu. İlk profesyonelliğe geçişimin öyküsü budur.
RZ: Mustafa, biliyorsun karikatür sanatının amaç ve işlevlerine dair farklılıkları var. Sen ağırlıklı olarak ne türde çizimler gerçekleştiriyorsun?
MB: Başta Yazısız Karikatürler dediğim, daha çok uluslararası yarışmalarda görebileceğimiz evrensel karikatürler yapmaya gayret etsem de gazetelerde çalışmaya başlayınca karikatürün her çeşidini uygulamak zorunda kaldım. Çizeceğiniz o günkü konu size anlatım olarak en iyi yöntemi fısıldıyordu çünkü; yazılı-yazısız, grafik, absürt, yerel-evrensel Allah ne verdiyse.
RZ: Farklı alanlarda çalışmalar yaptığını biliyorum. Karikatürlerini hangi mecralarda okurlarına ulaştırdığını söyler misin? (Kitap, dergi, internet vs.)
MB: 10 yıl Cumhuriyet, 3 yıl Aydınlık gazetelerinde neredeyse her gün çizdim. Benden talep eden aylık-haftalık dergilere de ara sıra çizdiğim oldu. Örneğin şu an Avusturya’da yaşayan Türk toplumu için çıkan Tuna Dergisi’nin (tunadergi.com) her sayısına karikatür yolluyorum. Sergilere katıldım, katılıyorum.
RZ: Eskiden, Semih Balcıoğlu denildiğinde Tercüman, Ali Ulvi denildiğinde Cumhuriyet, Milliyet denildiğinde Bedri Koraman, Hürriyet denildiğinde Nehar Tüblek isimleri anılırdı. Andığım –ki, başka ağabeylerimiz ve arkadaşlarımız da elbette var- isimlerle gazeteler özdeşleşmişti. Karikatüristler gazeteler açısından bu denli önemliydi. Uzun yıllar gazetelerde karikatüristlik yapmış bir usta olarak, gazetelerin karikatür sanatına önem vermemesini ya da önemin azalmasını nasıl yorumluyorsun; sana göre bu durumun temel sebebi nedir?
MB: Basının yapısı değişti. Eskiden gazete patronları da gazeteciydi. Tek gelir kalemleri gazete satışı olduğu için, karikatürcü de gazeteyi sattıran etmenlerden biriydi. Sonradan farklı iş dünyalarından gelen patronlar o gazetelerin sahibi oldular, o gazeteler de anında sahiplerinin “broşürü” haline geldiler. Birinci amaç karlılıktı artık. Karlılık birinci amaç olunca, hükümetle gerek kredi ilişkileri gerek tazminat davalarıyla karşı karşıya gelmeme isteği, bu “sivri dilli” sanatı giderek törpüler hale geldi. Sonunda da hiç “bulundurmamak daha iyi”, diyen patronlar sayesinde karikatürcülerin ayakları gazetelerden çektirildi. Bunun yanı sıra internetin yaygınlaşması bir karikatür enflasyonuna da sebep oldu. İnsanların önüne zahmetsizce düşen bedava karikatürler onları fazlasıyla doyurdu. Çok tok insana yemekten bahsederseniz midesi bile bulanabilir, değil mi? Doygunluk gazetede talebi de bitirdi. Bence bu iki ana sebep bu konuda belirleyici oldu.
RZ: Dergide çizerken altı günlük zamanı var karikatüristin; altı gün espri üretir, yedinci gün çizip teslim eder. Ama gazete çizerliği farklı; her gün espri üretmek ve çizmek zorunda… Bu çalışmaları yürütürken beslendiğin kaynak nedir?
MB: Gözlem yapmayı çok severim. İşim bu olduğu için değil, kendiliğinden yaparım bu işi. Gözüme takılan bir şeyi takip ederim; buradan ilginç bir şey çıkacak diye izlediğim ve çıkan durumdan espri oluşturduğum çok olmuştur. Kitap okumak, film izlemek, gündemi takip etmek, sohbet etmek beslenme kaynaklarımdandır.
RZ: Espri bulurken zorlandığın oldu mu?
MB: Oldu tabii. Robot değiliz ki. Günlük gazetelerde çalışırken acısını daha çok çektiğim bir şeydi bu. Benden bir karikatür bekleyenlere, zamanında içinize sinen bir çalışma gönderebilmek bazen azap olurdu. “Günü kurtarmak için” yolladığım bir çalışmam ertesi gün daha iyi bir şey gönderene kadar kâbusum olurdu benim. Çok şükür gazeteler artık iş vermiyor da kurtulduk bu sıkıntıdan(!)
RZ: Mustafa, Çiçeği Burnunda olmaktan ustalığa değin çeşitli aşamalardan geçtin, deneyim edindin. Sence iyi bir karikatüristte bulunması gereken özellikler nelerdir?
MB: Okumalı, incelemeli, izlemeli, gözlem yapmalı ve bu işi aşkla yapmalı.
RZ: En az kırk yıldır karikatür sanatının içindesin. Süreç içinde karikatür sanatı bulunduğu yerden bir yere geldi. Ülkemizde şu an karikatür sanatının durumu nedir?
MB: Dünyadan farklı değil sanki. Dünyada da bizde de “ilgisizlik virüsü” giderek daha bulaşıcı oluyor. Örneğin, nasıl çizgi roman bir zamanlar gazetelerin vazgeçilmez unsurlarıydı fakat şimdi yoklar, korkarım karikatür de benzer sona doğru giderek yaklaşıyor. İnternette yaşar belki ama altın çağlarını özleye özleye yaşar.
RZ: DÜŞ dergisi okurlarına son söz olarak neler söylemek istersiniz?
MB: Karikatürün kaderi ne olursa olsun, insan kendi kaderi için iyimserliğini yitirmemeli. Gülmeceden vazgeçmemeli. Cenneti hak edenler, bana göre dünyayı da cennete çevirmeye gayret edenlerdir. Buna öncü olamıyorsak bile olanlara elimizden geldiğince destek olmalı. (Bu yazıyı sonuna kadar okuyanların o güzel ve yorgun gözlerinden öperek, selam ederim)
Kalemdaşım, değerli dostum Mustafa’yla biraz muhabbet ettik.
Raif Zor: Söyleşimize geçelim; Mustafa Bilgin kimdir?
Mustafa Bilgin:1962 doğumluyum. Babamın memuriyeti nedeniyle doğumum Bingöl ilimize denk gelmiş. Annem ev hanımı. (Babamdan bahsedince annemden bahsetmesem olmaz) Belki de içinden en çok karikatürcü çıkarmış ilçemiz Bafralıyım. Çizgi film sektöründen emekli olsam da karikatürle hep iç içe oldum. Evli ve hiç çocukluyum.
RZ: Karikatür sanatııyla tanışman nasıl oldu, karikatürist olmaya nasıl karar verdin?
MB: Çocukluğumda babam ara sıra da olsa eve Akbaba mizah dergisi getiren biriydi. O “kıh kıh kıh” gülerek okuduğu mizah öykülerine düşkünse de ben dergideki çizgileri severek incelerdim. Çocukluktan gençliğe adım attığım yıllarda Oğuz Aral ustamızın kaptanlığını yaptığı Gırgır dergisi, sürekli çizmek için heveslenmeme sebep oldu diyebilirim. O yıllarda Ankara’da yaşıyordum. Mektupla, “Çiçeği Burnunda Karikatürcüler” sayfasına karikatürler yolladım fakat yayınlatmayı başaramadım. 1980’den sonra İstanbul’a geldik. İlk karikatürümü, Raşit Yakalı ağabeyimizin yönettiği Çarşaf (dergisi) Karikatür Okulu’nda yayınlatabildim. Bu sürecin hemen devamında, benim için gurur verici bir şey yaşadım ki; Gırgır dergisinin arka sayfasında, kısmen ustalaşmış karikatürler yayınlanırdı. Gırgır’da yayınlanan tek çalışmam bu oldu.
RZ: Sanatta ustalıkla profesyonellik hep karıştırılır. Oysa ikisi farklı kavramlardır. Sen, özgün çizgi ve espri anlayışınla benim nezdimde, biz henüz gençken zaten ustaydın. Profesyonelliğe geçişin nasıl oldu?
MB: O yıllarda karikatür dünyasında kısaca, Yazılı karikatürler -Yazısız karikatürler, başlığında ayırabileceğimiz keskin bir ayrılık vardı. (Zamanla bunun CHP ile DSP arasındaki fark kadar olduğunu öğrensem de) Tercihim Yazısız Karikatür’den yana oldu. Grafik işler yaparak harçlığımı çıkarmaya çalışırken bir çizgi film stüdyosunda çizer olarak işe başladım. Bu sektörde emekli olana kadar çalıştım. Bütün bu yıllarda karikatür dünyasında da varlık göstermeye gayret ettim. Ulusal-Uluslararası karikatür yarışmalarından ödüller aldım. Rahmetli ağabeyimiz, usta karikatürcülerimizden İsmail Gülgeç bütün bu süreci bilen biriydi. Habertürk gazetesinin 2001’deki kuruluşunda karikatürcü grubun içinde beni de istedi. Bu gazetede 3 ay 3 kuruş bile kazanamasam da sonradan Cumhuriyet gazetesinde 10 yıl sürdürdüğüm ‘Hayat Epik Tiyatrosu’ isimli bant karikatürlerimin ilk alıştırmalarını yapma şansım oldu. İlk profesyonelliğe geçişimin öyküsü budur.
RZ: Mustafa, biliyorsun karikatür sanatının amaç ve işlevlerine dair farklılıkları var. Sen ağırlıklı olarak ne türde çizimler gerçekleştiriyorsun?
MB: Başta Yazısız Karikatürler dediğim, daha çok uluslararası yarışmalarda görebileceğimiz evrensel karikatürler yapmaya gayret etsem de gazetelerde çalışmaya başlayınca karikatürün her çeşidini uygulamak zorunda kaldım. Çizeceğiniz o günkü konu size anlatım olarak en iyi yöntemi fısıldıyordu çünkü; yazılı-yazısız, grafik, absürt, yerel-evrensel Allah ne verdiyse.
RZ: Farklı alanlarda çalışmalar yaptığını biliyorum. Karikatürlerini hangi mecralarda okurlarına ulaştırdığını söyler misin? (Kitap, dergi, internet vs.)
MB: 10 yıl Cumhuriyet, 3 yıl Aydınlık gazetelerinde neredeyse her gün çizdim. Benden talep eden aylık-haftalık dergilere de ara sıra çizdiğim oldu. Örneğin şu an Avusturya’da yaşayan Türk toplumu için çıkan Tuna Dergisi’nin (tunadergi.com) her sayısına karikatür yolluyorum. Sergilere katıldım, katılıyorum.
RZ: Eskiden, Semih Balcıoğlu denildiğinde Tercüman, Ali Ulvi denildiğinde Cumhuriyet, Milliyet denildiğinde Bedri Koraman, Hürriyet denildiğinde Nehar Tüblek isimleri anılırdı. Andığım –ki, başka ağabeylerimiz ve arkadaşlarımız da elbette var- isimlerle gazeteler özdeşleşmişti. Karikatüristler gazeteler açısından bu denli önemliydi. Uzun yıllar gazetelerde karikatüristlik yapmış bir usta olarak, gazetelerin karikatür sanatına önem vermemesini ya da önemin azalmasını nasıl yorumluyorsun; sana göre bu durumun temel sebebi nedir?
MB: Basının yapısı değişti. Eskiden gazete patronları da gazeteciydi. Tek gelir kalemleri gazete satışı olduğu için, karikatürcü de gazeteyi sattıran etmenlerden biriydi. Sonradan farklı iş dünyalarından gelen patronlar o gazetelerin sahibi oldular, o gazeteler de anında sahiplerinin “broşürü” haline geldiler. Birinci amaç karlılıktı artık. Karlılık birinci amaç olunca, hükümetle gerek kredi ilişkileri gerek tazminat davalarıyla karşı karşıya gelmeme isteği, bu “sivri dilli” sanatı giderek törpüler hale geldi. Sonunda da hiç “bulundurmamak daha iyi”, diyen patronlar sayesinde karikatürcülerin ayakları gazetelerden çektirildi. Bunun yanı sıra internetin yaygınlaşması bir karikatür enflasyonuna da sebep oldu. İnsanların önüne zahmetsizce düşen bedava karikatürler onları fazlasıyla doyurdu. Çok tok insana yemekten bahsederseniz midesi bile bulanabilir, değil mi? Doygunluk gazetede talebi de bitirdi. Bence bu iki ana sebep bu konuda belirleyici oldu.
RZ: Dergide çizerken altı günlük zamanı var karikatüristin; altı gün espri üretir, yedinci gün çizip teslim eder. Ama gazete çizerliği farklı; her gün espri üretmek ve çizmek zorunda… Bu çalışmaları yürütürken beslendiğin kaynak nedir?
MB: Gözlem yapmayı çok severim. İşim bu olduğu için değil, kendiliğinden yaparım bu işi. Gözüme takılan bir şeyi takip ederim; buradan ilginç bir şey çıkacak diye izlediğim ve çıkan durumdan espri oluşturduğum çok olmuştur. Kitap okumak, film izlemek, gündemi takip etmek, sohbet etmek beslenme kaynaklarımdandır.
RZ: Espri bulurken zorlandığın oldu mu?
MB: Oldu tabii. Robot değiliz ki. Günlük gazetelerde çalışırken acısını daha çok çektiğim bir şeydi bu. Benden bir karikatür bekleyenlere, zamanında içinize sinen bir çalışma gönderebilmek bazen azap olurdu. “Günü kurtarmak için” yolladığım bir çalışmam ertesi gün daha iyi bir şey gönderene kadar kâbusum olurdu benim. Çok şükür gazeteler artık iş vermiyor da kurtulduk bu sıkıntıdan(!)
RZ: Mustafa, Çiçeği Burnunda olmaktan ustalığa değin çeşitli aşamalardan geçtin, deneyim edindin. Sence iyi bir karikatüristte bulunması gereken özellikler nelerdir?
MB: Okumalı, incelemeli, izlemeli, gözlem yapmalı ve bu işi aşkla yapmalı.
RZ: En az kırk yıldır karikatür sanatının içindesin. Süreç içinde karikatür sanatı bulunduğu yerden bir yere geldi. Ülkemizde şu an karikatür sanatının durumu nedir?
MB: Dünyadan farklı değil sanki. Dünyada da bizde de “ilgisizlik virüsü” giderek daha bulaşıcı oluyor. Örneğin, nasıl çizgi roman bir zamanlar gazetelerin vazgeçilmez unsurlarıydı fakat şimdi yoklar, korkarım karikatür de benzer sona doğru giderek yaklaşıyor. İnternette yaşar belki ama altın çağlarını özleye özleye yaşar.
RZ: DÜŞ dergisi okurlarına son söz olarak neler söylemek istersiniz?
MB: Karikatürün kaderi ne olursa olsun, insan kendi kaderi için iyimserliğini yitirmemeli. Gülmeceden vazgeçmemeli. Cenneti hak edenler, bana göre dünyayı da cennete çevirmeye gayret edenlerdir. Buna öncü olamıyorsak bile olanlara elimizden geldiğince destek olmalı. (Bu yazıyı sonuna kadar okuyanların o güzel ve yorgun gözlerinden öperek, selam ederim)
0 Post a Comment: