02 Mart 2020

Renkli Özlemler


Alışverişe her çıktığımda, marketlerdeki kraker paketlerine elim gider ama geri çekilirim. Çünkü, çocukluğumda babaannemin o eski tahta yeşil tel dolabından çıkarıp verdiği krakerler kadar lezzetli olmayacağını düşünürüm.

Okuldan çıkar çıkmaz, uğrak yerim olan o ahşap ev bana huzur verirdi. Birlikte büyüdüğüm küçük kuzenimi için için kıskanır, ama belli etmemeye çalışırdım. Babaannem hemen elimden tutar, yeşil tel dolabın önünde diz çöker ve ince bir gıcırtıyla açılan dolap kapısının ardındaki, benim için istiflediği çubuk krakerlerden verirdi. Her gün, sanki ilk defa veriyormuş gibi sevinir, boynuna sımsıkı sarılırdım babaannemin…

Balkonlarının tahta parmaklıklarından ayaklarımı aşağıya sarkıtır, büyük bir iştahla bir yandan krakerimi yer, bir yandan da komşu bahçede her gün toplanıp muhabbet eden kadınları seyrederdim.

Bazen kendi evime dönmez, balkonlu odanın sedirinde babaannemin omuzunda uyur kalırdım. Bazen de onu, çok geç vakit açılan siyah-beyaz televizyonda, birbirinin aynı giyinip, yan yana sıralanmış birçok kadın ve adamın söylediği asırlık şarkılara eşlik ederken bulurdum.

Babamın ve annemin ona “anne” yerine, “abla” diye hitap etmelerine hem çok kızar, hem de anlam veremezdim. Sebebini sorduğumda ise, tatminsiz ve anlamsız cevaplar verdikleri için, kafam iyice karışırdı. Ama, üzerine düşmezdim bu merakımın… Belki de çocuk aklımla, alacağım doğru cevabın beni yıkacağını düşünürdüm. Yalnız, tek bir gerçek vardı bana göre… Benim babaannem dünyanın en iyi babaannesiydi.

Dedem ise, o küçük odada sürekli uyuklar, uyanınca da gür sesiyle bağırıp babaannemden saçma sapan isteklerde bulunurdu. İyice yaşlanmanın vermiş olduğu bunaklığı, gecesini gündüzüne karıştırmış olacak ki, bir gece yarısı babaannemden elbiselerini istemişti giyinip mahallenin kahvehanesine gitmek için…

Ona gece yarısı olduğunu, kahveye gidemeyeceğini izah edinceye kadar akla karayı seçen babaannemin gözlerindeki şefkat ve bıkkınlık duygularının aynı anda seyir etmesini unutamıyorum bir türlü… Bunun gibi birçok garip isteklerle ev halkını ayağa kaldıran dedem, ben sekiz yaşındayken öldü. Dedemi çok iyi tanımıyorum ama, sadece masmavi olan gözlerinin güzelliğini hatırlıyorum. Onunla paylaştığım hiçbir anım yok. Hatırladığım tek şey, o öldüğünde babamın sessiz ama dolu dolu ağlayışıydı.

Babaannemin üvey olduğunu öğrendiğimde, on iki yaşında ve ondan uzaktaydım. Çok şaşırmıştım ama, ezelden beri tahmin ettiğim bu gerçek kesinleşince, babaannemi daha da çok özlemeye başladım. Çünkü, kendi kanından olmayan çocuklarına ve torunlarına sevgisini hiç esirgemeden dağıtan bu “ana”lık, insan olmanın gereğini yapıyordu ve bu kutsal kadın, hepimizi gerçekten bağrına basıyordu. Ailedeki herkesi bir ve bir arada tutmasını başarmayı, yüreğindeki asalete ve insanlığına borçlu olduğumuz babaannemin bu tavrının, bana verdiği hayat dersi ise şudur:

Bir insan, iyi insansa;
İyi anne-babadır, iyi eştir, iyi kardeştir, iyi komşudur, iyi Müslüman’dır, iyi Hristiyan’dır, iyi Musevi’dir, iyi ateisttir, iyi vatandaştır; iyi, iyi, iyi…
İçinde kötülük barındırmayan, şahsi çıkarlar peşinde olmayan ve hatalarını etrafına zehir ve ihanet saçarak örtbas etmeyen, herkesi bir ve bir arada tutmaya çalışan her insan zaten iyidir.

Babaannem gibi…

Dilek Uyar
Yorumlayın Paylaşın :)

Paylaşan: verified_user

0 Post a Comment: